anlatamıyorum, açıklayamıyorum. duvarlar bile sırtını dönmüş bana artık. içime kanayıp, içime ağlıyorum. her sabah kalkıp kahvaltıda bir tabak anlaşılmazlık yiyorum. doyuramıyorum karnımı, gün sonuna kadar devam ediyor. benden midir, havadan mıdır bilmem kara bulutlar hiç gitmiyor. ait hissettiğimi sandığım yer bile bana kapılarını kapatmış, kapıyı çalamıyorum. çünkü o kapı suratıma kapanmıştı, hatırlıyorum. sokak ortasına bana diz çöktüren o yerin bir gün başıma yıkılacağı korkusuyla tekrar ait hissedemiyorum.
sözler veriliyor, sözler tutulmuyor. af dileniyor, affedilse de kinle yaşanıyor. kimse kimseyi affetmiyor, geçiştiriyor. iki cümleyi bir araya getirmiyorum, sözümün arasına hep boşluk ekleniyor. kendilerine yakıştırmadıkları tüm giysileri bana denetiyorlar. o kalıplar bana göre olmasa da zorla denetiyorlar. kalıbımı soran yok, beni anlayan da öyle.
takdir ediliyorum, ufak bir hatamı beklediklerini bildiğim halde. sırtım sıvazlanıyor, bıçağın yerini hazırladıklarını bildiğim halde. sesimi çıkarmama bile izin vermiyorlar, çıkardığımda tüm nefesimi zehir ediyorlar.
aynı şeyler tekrarlandıkça daha çok sırtını dönüyor duvarlar bana, onlar da biliyorlar. her şeyin sonunun bitiş olduğunu. ama ben anlatamıyorum, biten şeylerin belirsiz şeylerden daha iyi olduğunu.
sonsuz döngü, ama çözülemeyen sorunlar, sorular. kısırlaşmış toprak bitki veremez artık, döktüğün suya zehir koyduğunu fark etmiyorsun çünkü. seviyorum dediğin bir insan sana güvenemiyor, her söyleşinde yaşattıklarını hatırlamıyorsun çünkü.